Türklük ve Türklük Ülküsü Üzerine
İnsanlık tarihinin her döneminde ve milletler ailesi içerisinde/arasında Türk milleti daima en iyinin, en doğrunun, en güzelin ve merhamet ibrişimleriyle örülmüş temiz, lekesiz, duru ve soylu duyguların sahibi olmuştur. Savaşların amansızlığını, meydanlarda bırakmış, savaş sonrası barışı ve barışçılık ruhunu en güzel şekilde ortaya koymasını bilmiştir. İnsanlığın bütün ulvi medeniyetleri, insan ve toplumseverliğin en faydalı sıcaklık ve cana yakınlık dolu merhamet tezahürleri kutlu bir vicdan mensuru veya bir ‘Yada Taşı’ gibi onun beyninde, ruhunda ve gönlünde güvenceli bir sığınak olmuştur. Yalnız şunu da kabul etmek lazımdır ki bu tarihi tabii ve beşeri gerçeği kabul etmemek ısrarında bulunanların, herhalde akıl kürelerinde bir eksiklik ve ortopedik bir tedavi ile onarılamaz, bimar edilemez bir çatlak vardır.
Aklı, ruhu, sezgisi ve duygularıyla yüce Türk milleti tarihinin ve beşeri hayatının her safhasında bu çok dengeli ve yüksek seviyeli anlayışlarla hep dopdolu yaşamıştır. O, ne ‘BATI’nın, ne de ‘GÜNEY’ in ve ne de ‘KUZEY’in, ‘UZAKDOĞU’nun vahşet dolu uygarlık oyunlarını benimsemiştir. Kuzey ve Güney Amerika’da işgalci ve müstevli güçler olarak o bölgenin halklarına, yerli sakinlerine insanlık, insaf ve merhamet dışı her türlü işkenceyi, zalimliği ve ‘soykırım’ alçaklığı yapmış olan Avrupalı vicdansızlarla ne bir tutulabilir, ne de kıyaslanabilir. Bu sebeple gittiği her yere insanlığı, merhameti, şefkati ve adaleti götürmüş olan Türk’ün büyüklüğünden kimse endişe ve kuşku duymasın.
Şu gerçek hiçbir vakit ve hiçbir şekilde akıldan çıkarılmamalıdır ki, yaşadığımız bu dünyada Türk diye bir millet olmasaydı, inanınız hiçbir şeyin doğru bir anlamı, sevimli bir yanı, güzellikler taşıyan hiçbir özelliği de olmazdı.
Şirazlı büyük şair ve düşünür HAFIZ (Hafız-ı Şirazi) bu hususiyetlerden dolayı olsa gerek meşhur divanında ve öteki eserlerinin yüzlerce yerinde Türk ismini, Türk soyunu ve doğrudan doğruya ‘TÜRK’ lafzını, iyilik, doğruluk, güzellik, mertlik, civanmertlik, soyluluk, sadakat, vefalı oluş, hoşgörü, temiz huyluluk ve dürüstlük anlamında kullanmıştır. Hemşehrisi Sadi-i Şirazi gibi o da hep Türk bilginleriyle, Türk gönül adamlarıyla, Türk devlet büyükleri ve hükümdarlarıyla yakınlık kurmuş onlar için övgülü şiirler, kasideler yazmıştır. Gerektiğinde onlara hikmetli öğüt belgeleri hazırlayarak sunmuştur. Türk soyunun fikir uluları Kaşgarlı Mahmut ile Yusuf Has Hacib’e çok yakın çizgilerde hep Türklerin ve Türk büyüklerinin övücüsü/övgücüsü olmuşlardır. Onlar ve onlar gibi Doğulu/Asyalı Türk hayranlarının yanı sıra ‘soyumuzun’ büyükleri karşısında meftun oluşları ile hayranlıklarını gizleyemeyen ‘BATILI’ insanlar o kadar çoktur ki bunlar saymakla bitmez. Ben burada bazılarının ismini yetineceğim: Mozart, Prens Bismark, Leydi Montegü, Lamartin, Piyer Loti, Gothe, Bursbek, Klodol Farrer, Lasöni, Amrinyus Valeri, Arnold Tonbi ve sayıları binleri aşan diğerleri, bunlara kardinalleri, Arşidüklerle Kralları hatta imparatorları da ilave edebiliriz. Bunun daha ötesi var mı? Bu millet için o büyük insan, o gaye ve ufuk insan, o peygamberler peygamberi Hareti MUHAMMED MUSTAFA’nın (S.A) Türkleri övmüş olması Türklerle iyi geçinilmesi öğüdünde bulunması, her değerlendirme ve kıymetlendirmenin üstünde değil midir? Biz Türkler için buna nail olmak ne büyük övünç ve iftihar kaynağıdır.
Konumuza dönelim. O halde özellikle içimizdeki bazı kimselerin bazı medya mensuplarının, yazarlarının, öğretim üyelerinin; Türk’ten, Türklükten bu kadar rahatsızlık duymalarının, Türk varlığına karşı adeta ikrah duygusu, düşmanlık düşüncesi taşımalarının asıl ve ana nedeni nedir? Ortalığı velveleye veren, tozu dumana çeviren bu alt–üst kimlik kavgasının, anayasamızın ve Türk ceza kanunumuzun Türk ve Türklükle ilgili maddeleri konusunda her tarafı yaygaraya boğan bu gürültünün, bu şamatanın, onun besleyici kaynağı ve onun bir seylabeye dönüştürülmek istenen hız gücü sağlayan rüzgârları hangi alçaklık iklimlerinden, hangi korsanlık ufuklarından destek ve dayanaklarını bulmaktadır?
Bu hainlik ve hilebazlık çamurlarıyla fikir ve düşüncelerini kalafatlamış olan kalem erbabına hatırlatmak isterim; Altmış milyon Türk’ün mübarek kanlarıyla bedellendirilmiş bu kutsal topraklar, dün olduğu gibi yarın da Türkler’in vatanı olarak kalacaktır. Türk demek, Türklük demek, bu vatan coğrafyasının sınırları içerisinde olup da bu ruh ve şuuru bir insan derecesinde yaşamakta ve bu hususta kararlı olan insanlara verilmiş isim demektir. Dış dünya, anayurt Türkleri ve Türlüğü de elbette her zaman ilgi alanımız dâhilinde olacaktır. Bu gerçeküstü bir gerçektir.
Ama ne var ki biz ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasasına bağlı olan Türkleriz. Türk Devleti’nin vatandaşlarıyız. Dış Türkler de kendi devletlerinin… Bizim yasalarımızda Türklüğü hedefleyen, sorumlu kılan maddeler sadece bu ayrı devlet yapısına sahip olan bütün bütün dünya devletlerince de öyle tanınagelmekte olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bunu bilmezlikten gelen ahmaklar sürüsüne yahut alçaklar güruhuna aslında gülüp geçmek lazım gelir ki, işte bu da olmuyor, olamıyor. Ve yine çok iyi bilinmelidir ki bizim dışımızda kalan diğer bağımsız Türk Devletleri’nin vatandaşları doğrudan doğruya kendi devletlerinin anayasalarına, hukuk kurallarına göre yaşamak; o yasalara uymak ve uygulamakla mükelleftirler, sorumludurlar ve bağımlıdırlar. Nerede olursa olsun, kimlere ait bulunursa bulunsun bütün ‘anayasaların’ özündeki, ruhundaki gerçek budur.
Türk vatandaşlığı yerine Türkiyelilik vatandaşlığının suflörlüğü ile dublörlüğünü yapmakta olan ‘kurnaz köylü kafalıların ve Apo ağızlıların kafasına bu değişmez’ değiştirilemez. Hakikati, bilmem ki nasıl kafalarına sokmalıyız.
Bam telleri kırılmış, insanlık ritimlerini kaybetmiş bütün entel-dantel taifesine bir kere daha hatırlatalım: Bu ülkede bir Türk gibi yaşamak, Türklük ruhunu bir amentü gibi öz benliğimizi beynimize sindire sindire yaşamaktan yüce hangi bir değer kavramı olabilir ki?.
Belki bugün ABD’nin, AB ve onun içimizdeki yalakalıktan beslenmeli gizli hainler, cahiller ve gafiller taifesi, müptezel menfaatler sürüsü şekli olarak Anayasa’daki ‘Türklük’ maddesini kaldırmakla çok şey kazandıklarını sanabilirler. Hatta Anayasa’daki, Türk ve Türklükle ilgili maddeleri de Türk ve Türklük düşmanı akıl hocaları ve ağababalarının emir ve talimatlarıyla anayasamızdan çıkartabilirler. Hepsi boş. Dün olduğu gibi bugün ve yarın da ‘Türklüğün kutlu rüzgârları tufanlaşmaya başlayınca bu kırk damardan beslemeliler, başlarını ancak apış aralarına sokarak gizlenmek durumunda kalacaklardır.’
Bunun için her zaman, her şartta ve her yerde:
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
NE MUTLU TÜRKÜM DİYEBİLENE
TANRI TÜRK’Ü VE TÜRKLÜĞÜ EBEDİYEN KORUSUN
ÂMİN